Sirkadiyen Ritim Nedir

Sirkadiyen Ritim Nedir

Biyolojik Ritimler
Canlıların biyolojik faaliyetlerinin düzenlenmesinde belirli bir ritmin gözlendiği çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Bu biyolojik ritimler, periyot, sıklık, büyüklük ve faz gibi özellikler gösteren, tekrarlayıcı olaylar olarak tanımlanır. Canlılardaki biyolojik ritimler genellikle çevre şartlarından döngüsel özellik gösterenlerle eşzamanlı olarak yürür. Eğer canlı dış ortamla ilişkili ise ve biyolojik ritimlerini dış dünyadan gelen uyarılarla düzenliyorsa böyle ritimlere bağlı “entrained” ritimler denir. Eğer canlı çevresel uyarılardan arındırılmış bir laboratuar ortamında iç ritmini oluşturup sürdürebiliyorsa bu ritmlere de serbest “free-running” ritimler adı verilir.

Canlılar dış ortamdan aldığı bazı sinyalleri ritimlerin düzenlenmesi için bir işaret olarak kullanır. Canlı gece gündüz göstereceği davranışların düzenlenmesi için ışık ve karanlığı bir çevresel ipucu olarak kullanır. Biyolojik ritimlerin düzenlenmesinde yer alan çevresel ipuçlarına “zeitgeber” (Almanca zeit=zaman geber=verici) veya “ritim verici” adı verilmektedir. Bu ritim verici faktörler arasında en önemlisi ışıktır. Yılın mevsimleri, ay dönümleri, güneşin durumu diğer ritim verici faktörler arasında sayılabilir
Biyolojik ritimler döngü sürelerine göre 4   alt gruplara ayrılır
1.   Ultradian ritimler: Bir günde birden fazla döngüsü olan ritimlerdir. Kalp hızı, solunum sayısı, mide hareketleri, yeme, içme, idrar çıkarma ve dışkılama, REM/non-REM uyku dönemleri ultradiyen ritimler arasındadır.
2.   Sirkadiyen ritimler: Yaklaşık bir gün süren ritimlerdir. İnsanların en belirgin sirkadiyen ritmi uyku ve uyanıklık döngüsüdür. Vücut ısı dalgalanmaları, kan basıncı, bazı hormonların salınımları da sirkadien bir ritim izler.
3.   İnfradiyen ritimler: Döngü süresi haftalar veya aylar süren ritimlerdir. Kadınlardaki menstrual döngü ve erkeklerdeki 21-28 günlük testosteron salınım döngüsü yer alır.
4.   Sirkannular ritimler: Yaklaşık bir yılık ritimlerdir. İnsan ve memeli hayvan doğumları, hayvanların göç ve kış uyku döngüleri yer alır.
Sirkadiyen Ritim
Tek hücreli canlılardan, bitkilere, kuşlara ve insanlara kadar birçok organizma fizyolojilerini ve davranışlarını gece ve gündüz döngülerine göre senkronize     eden     endojen     bir     zamanlama     sistemi     geliştirmiştir.     Bu     sistem sirkadiyen saat olarak bilinmektedir. Latince’de “circa” yaklaşık, “diem” bir gün anlamına gelmektedir.(69)

Sirkadiyen saatin iki temel özelliği bulunmaktadır (69):

1.   Dış uyarılardan bağımsız olarak yaklaşık 24 saatlik bir periyotta salınım gösterebilen endojen bir ritmisitesi bulunmaktadır. Yani sirkadiyen ritimler çevresel değişimlere karşı organizmanın bir yanıtı değil, endojen olarak oluşturulan ritimlerdir. Çevresel uyarılar olmadığında veya canlı zıt özellikli çevresel koşullarda bırakıldığında da devam etmektedir
2.   Sirkadiyen ritim endojen olarak salınım göstermesine rağmen çevreden aldığı ışık, beslenme gibi bazı sinyalleri ritimlerin düzenlenmesinde işaret olarak kullanmakta ve ritmini oluşturmaktadır
Örneğin çevresel uyarılar olmadığında sirkadiyen ritim oluşabilmekte fakat 24 saatten sapmalar gösterebilmektedir. Periyot yaklaşık 24.5 saat sürmektedir. Çevre şartlarının normal olduğu dönemlerde, ışık-karanlık uyarıları ile ise sirkadiyen ritim her gün 24 saate ayarlanmaktadır
Sirkadiyen Ritmin Nörobiyolojisi
Sirkadiyen sistem üç temel bölümden oluşmaktadır (72). Bunlar:
1.   Bir ritim oluşturucu (sirkadiyen osilatör)
2.   Çevresel ritim verici ipuçlarını ritim oluşturucuya ileten girdiler
3.   Çeşitli    fizyolojik    ve    davranışsal    ritimleri    oluşturan    ve    düzenleyen çıktılar
Ritim Oluşturucu: Suprakiasmatik nüklues (SKN) organ düzeyinde sirkadiyen ritimlerin düzenlenmesinde en önemli ritim oluşturucudur. Santral sinir sisteminde üçüncü ventrikülün tabanında, optik kiazmanın üzerinde anterior hipotalamusta yer alır. Bir çift nükleustan oluşan SKN insanda yaklaşık 50.000 nörondan oluşmaktadır.

Aura Hastaligi Nedir


Aura Hastalığı Nedir
Aura terimi Yunanaca’da “hava”, Latince’de “esinti” anlamına gelmektedir. Epilepside aura terimi ilk kez Pelops tarafından konvulzif atakların geleceğini haber veren his olarak tanımlanmıştır (24). ILAE tarafından ise nöbet sürecinde bilinç kaybının öncesinda ortaya çıkan ve nöbet sonrasında o döneme ait belleğin korunduğu nöbet kısmı olarak tanımlanmaktadır
Aura nöbeti geçiren kişi tarafından nöbetin ilk belirtisi olarak hissedilen, dışarıdan gözlenemeyen subjektif bir semptomdur. Genellikle nöbetin başlangıcının hemen öncesinde ortaya çıkar. Çoğunlukla kısa sürelidir. Nadiren iktal semptomlardan bağımsız olarak izole bir şekilde görülebilir. Bu durumda biraz daha uzun sürme eğilimindedir
Aura nöbetin fokal başlangıcının bir kanıtıdır. Aktive olan epileptojenik alanla uyumlu olarak farklı aura belirtileri ortaya çıkmaktadır. Auralar odağının lokalizasyonu hakkında son derece yararlı bilgiler verebilir
Semiyolojik Nöbet Sınıflamasında auralar 8 alt gruba ayrılır:
Somatosensoryal Aura: Somatosensoryal auralar, vücudun net olarak tanımlanmış bir bölgesine sınırlı kalan anormal somatosensoryal duyumlardan (paresteziler) oluşurlar. Uyuşma, karıncalanma, yanma, elektriklenme sık görülen belirtilerdir. Bu tip auralar en sık parietal lobdan (primer somatosensoryel korteks) ve daha nadir olarak da posterior insula-parietal operkulumdan (suplementar somatosensoryel alan) kaynaklanır (27,28). Bu auralar suplementer motor alan nöbetlerinde de görülebilmektedir
Visual (Görsel) Aura: Görsel auralar, genellikle parlak noktalar ya da karanlık noktalar şeklinde görülmektedir. Visual korteksin epileptik aktivasyonu sonucu gelişir. Görme kaybı görsel auranın bir formu olarak karşımıza çıkabilir; ancak postiktal bir olay olarak da gelişebilir. Eğer karmaşık görsel auralar algıda bozulma ile birlikteyse (örneğin hastanın gördükleri ya da işittiklerine yabancılaşması gibi) ve auranın öne çıkan semptomu değillerse psişik aura olarak tanımlanmalıdır
Odituar (İşitsel) Aura: İşitsel auralar transvers temporal Heschl grisunda bulunan primer işitme merkezinin epileptik aktivasyonu sonucu gelişen vızıltı, tıkırtı, çınlama, zil sesi şeklindeki basit ses halüsinasyonlarıdır. İşitsel auralar da görsel   auralarda   olduğu   gibi   algıda   bozulma   ile   birlikteyse   (örneğin   hastanın gördükleri ya da işittiklerine yabancılaşması gibi) psişik aura olarak tanımlanmalıdır
Olfaktor (Koku) Aurası: Epileptik bir olay olarak kokunun algılanması koku aurası olarak tanımlanır. Genellikle hoş olmayan kötü koku hissi şeklindedir. Nadiren hoş kokulu da olabilir. Oldukça nadir görülen koku auraları tüm auraların %0.9’unu oluşturmaktadır (29,30). Koku auraları amigdalayı da içeren anterior meziolimbik korteksle yakın ilişkilidir. Aynı zamanda orbitofrontal nöbetlerde de görülebilmektedir
Gustatuar (tadla ilişkili) Aura: Epileptik bir olay olarak tadın algılanmasıdır. Genellikle hoşa gitmeyen keskin, acı, şekerli ve asidik tatlar şeklindedir. Gustatuar auralar insular korteks ile ilgilidir. Yapılan çalışmalarda oldukça nadir olduğu bildirilmektedir
Otonomik Aura: Otonomik kortikal merkezlerin epileptik aktivasyonu ile ortaya çıkan gözlemcilerin video kaydıyla güçlükle ayırt edebileceği, ancak hastanın belirtebileceği çarpıntı, kızarma, üşüme, titreme gibi hislerdir. Eğer taşikardi, kan basıncı değişikliği, kızarma, tüylerin ürpermesi gibi otonomik değişiklikler uygun poligrafik kayıtlarla veya doğrudan gözlemle ortaya konabiliyorsa otonom nöbetler olarak sınıflandırılmalıdır
Abdominal Aura: Abdominal auralar genellikle midede belirsiz hoş olmayan çoğu kez de göğüse doğru yükselen bir his olarak tanımlanır. Genellikle bulantı gibi otonomik belirtiler eşlik etmektedir. Sıklıkla temporal lob epilepsili hastalarda görülmektedir

Epilepsi Hastaliginin Tanimi

Epilepsi Hastaliginin Tanimi 

Nöbet, belirli bir işlevi olan nöronların anormal artmış senkron deşarjları sonucunda somatik, psişik, motor, duyusal veya otonomik semptomlarla birlikte olan, beyin fonksiyonlarındaki geçici paroksizmal olaylarlardır. Beyindeki sinir hücrelerinin artmış uyarılabilirliğinden kaynaklanan klinik bir durumdur. Epilepsi ise aralarında en az 24 saat olmak üzere provake edilmemiş iki veya daha fazla nöbet olarak tanımlanır 

Nöbetler mümkün olduğunca belirli epilepsi tipleri veya sendromların içinde sınıflandırılmalıdır. Sendrom özel bir epilepsi durumunu tanımlayan bir arada görülen belirti ve bulgular bütünüdür. Sendromların sınıflandırılmasında nöbet tipi, klinik durum, nörofizyoloji ve nörogörüntüleme temel alınmıştır. Eğer klinik ve elektroensefalografi (EEG) bulguları fokal başlangıcı destekliyorsa fokal nöbet, jeneralize ise jeneralize nöbet olarak adlandırılır. Fakat bu ayrım her zaman çok net olmayabilir. İdiopatik epilepsiler altta yatan herhangi bir beyin lezyonuyla ilişkisi olmayan, etyolojide genetik yatkınlığın rol oynadığı durumlardır. Semptomatik epilepsiler ise yapısal beyin lezyonunu sonucu gelişmektedir. Semptomatik olduğuna inanılan fakat bir etyolojinin belirlenemediği durumları tanımlamak için de “olası semptomatik” terimi kullanılır. Kriptojenik terimi ile eş anlamlı olan bu terim son dönemlerde daha çok tercih edilmektedir.
Epidemiyoloji
Epileptik  nöbetler  gelişmiş  ülkelerde  popülasyonun %1-2’sini etkilemektedir. Çocukların en az bir epileptik nöbet geçirme oranı %6-7 iken, bu oran gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık iki katına (%7-15) çıkmaktadır.
Epilepsi insidansı yaş ile ilişkili olarak değişmektedir. Bir yaş altı çocuklarda insidans hızı en yüksek olup 100-233/100.000 arasında gözlenmektedir. Erken çocukluk çağında 60/100.000, adölesan ve erişkin döneminde 30-40/100.000 olan insidans hızları 65 yaşından sonra tekrar yükselmekte ve 100-170/100.000’e ulaşmaktadır. Yani epilepsinin insidansı hayatın ilk yılı içinde ve 65 yaşından sonra iki kez pik yapmaktadır. İnsidans az gelişmiş ülkelerde gelişmiş ülkelerden belirgin olarak yüksektir. Az gelişmiş ülkelerdeki yüksek insidansın sebebi tam olarak belirlenemese de çocukların doğumla ilgili sorunlar, kafa travmaları ve infeksiyon hastalıkları gibi risk faktörlerine daha fazla maruz kalması olarak düşünülebilir (13).
Epilepsi prevalans hızları da yaşla birlikte artmaktadır. Yedi yaşında 2.3/1000 iken 10-15 yaşlarında 4-6/1000’e ulaşmaktadır. Epilepsi prevalansı toplumlar ve coğrafyalar arasında değişim gösterir. Avrupa ve Kuzey Amerika’da 3.6-6.5/1000 iken Afrika ve Latin Amerika ‘da 6.6-17/1000 olarak bulunmuştur (11). Ülkemizde tüm yaş gruplarında yapılan bir çalışmada epilepsi prevalansı Silivri’de 10.2/1000, 0-16 yaş grubu çocukları içeren geniş tabanlı kesitsel bir çalışmada 8/1000 olarak bulunmuştur.
uyarlanmıştır. Bu sınıflama aynı zamanda, nöbetleri sistematik olarak tanımlama olanağını Semiyolojik Nöbet Sınıflamasında epileptik nöbetler beş ana grupta toplanmıştır